![]() |
Şubat ayının son ya da Mart ayının ilk günleriydi sanırım. Altı saat pedal çevirdikten sonra köye vardım: Kan ter içinde mutluluk… Kapıyı çaldım ama açan yok. Birkaç dakika sonra bir traktör geldi ve Erkan abi ile tanıştık. Heyecanlıydım biraz, çünkü ilk gönüllülük hikâyem başlıyordu…
Yapılacakları dinleyerek etrafı gezmeye başladık. SGP projesi için köyde uygulanması gerekenler ve yetiştirilecek işler… Ertesi gün Mustafa abi ve diğer Marmariç sakinleri geldi. Daha ikinci gün bir masanın etrafında 13 kişiydik. Biraz soba, biraz insanlar; ısındı hemen ortam…
Kapının önünde ağaçlar vardı dikilmeyi bekleyen: Yalancı akasya, iğde, armut, erik, ıhlamur. Fidanlar, katır tırnağı, erguvan, demir ağacı, sakız, zeytin. Elma, kiraz ve ceviz ağaçlarının yanına dikileceklermiş. Neden bu çeşitler peki? Toprağa en çok azotu bağlayan çeşit bunlarmış, mesela ceviz ağacının yanında bir iğde ağacı oldu mu, ceviz yüzde elli daha çok verim verirmiş. Köy sakinleriyle birlikte kazma küreği alarak başladık ağaçları dikmeye. Yağmurda ağaç dikmek çok tuhaf bir duygu… Tere karışan yağmur damlaları ve ağacı toprakla buluşturmanın mutluluğu… Günler geçtikte SGP projesi adım adım ilerliyordu.
![]() |
Bir hafta sonu, sebze yatağı için tohum ekmeye başladık Selen abla ile. Mısır, patlıcan, domates, fasulye. Üç hafta kadar sonra onları sebze yatağına aldık. Sebze yatağı, yaklaşık 120 santim genişliğinde yükseltilmiş bir yatak. İçerisini toprak ve yanmış hayvan gübresi ile doldurduktan sonra üzerini karton ile kapatıyoruz. Kartonun üstüne de samanları döşüyoruz. Daha sonra samanların arasından kartonu delerek fidanlarımızı diki dikiveriyoruz. Karton ve saman toprağın uzun süre ıslak kalmasını sağlıyor. Böylece sıcak günlerde daha az su harcamış oluyoruz.
Derken Tessa adında bir gönüllü daha çıkageldi. Sebze yataklarının yapımında epey bel büktü o da. Ardından Mustafa abi bir gönüllüye daha ihtiyaç olduğunu duyurdu ve Dağlı çıktı geldi. İstanbul’dan, hem de bisikletiyle… Bir hafta çalıştıktan sonra belini incitti gerçi ama olsun, misafirhaneye giden elektriğin yolunu onunla açtık. Misafirhane… Sanırım bir buçuk ay sürdü yapımı, yapılan en son kayrak çatılı köy evi belki de. Çınardibi köyünden gelen ustalar iki haftada ördüler duvarları. Çamur, taş ve biraz da kavak ağacından oluşan bir ev. Tabanı da, duvarları da toprak [tabana rabıta çakıldı, duvarlar da toprak harçla sıvandı].
Yağmur hendeklerinin eş yükseltilerini düzeltme işi bittikten sonra ağaçların ve azot bağlayıcı türlerin dikimine giriştik. Yağmur hendeği, eğimli arazilerde uygulanan bir sistem. Arazinin enine 20-40 cm arasında çukurlar kazılır ve bu çukurlar 10-15 cm yüksekliğinde su tutsunlar diye eş yükseltileri sabitlenir. Mira ve nivonun yardımıyla, “biraz sağa, biraz sola, solaaa! tamam gel” diyerek o uzun hendekleri elimizden geldiğince düzeltmeye çalıştık. Özellikle elmalığı görmelisiniz. Bir hendekle iki hafta uğraştık sanırım… Bu hendek işlerinin karşılığını 2011 yağmurlarında göreceğiz. Nisan ayı bitmeden, tohumlarımızı toprakla buluşturduk. Hendeğin içine nohut, börülce, yonca, aküçgül, gazal boynuzu ektik. Bu tohumlar yeşillenecek ve hendeğin içi için organik gübreye dönüşecek. Yani tohumlar yeşerip büyüyecek ve çürüyüp hendeğin içine düşecek. O organik maddeler de kiraz, elma ve cevizin köklerine gidecek. SGP projesi için yaptığımız çalışmalar yavaş yavaş tamamlanıyordu artık. Son yapılması gereken gölet etrafının tohumlanması ve samanların araziye yayılmasıydı. Göletin sırtındaki taşları temizledikten sonra, o sırtı tutsun diye bambularımızı diktik ve ardından araziye saman serdik.
Ağaçların dipleri için malç hazırladığımızı da anlatmalıyım. Bir metre genişliğinde, bir metre yüksekliğinde bir küp düşünün. Hayvan dışkısı, saman, ev atığı, ne varsa atın bunun içine. Tabii bunların belli ölçülerde olması gerekiyor. Öyle gelişigüzel atmamak gerek, yoksa kompost olmaz. Örneğin bir kürek gübre atıyorsun, iki kürek saman; öyle öyle küpü dolduruyorsun. Daha sonra dağ gibi olan kompostu iki günde bir karıştırıyorsun. Karıştırıyorsun ki kokmasın. Bir ay kadar sonra o kompost toprak gibi olur. Bundan ağaçların diplerine ikişer kürek attık.
Tüm bu işler bitti derken, okul ve lojman binalarının tadilatı çıktı. Boya, temizlik, mutfağın yenilenmesi… Tüm bunlar epey yordu herkesi. Fayansların yan çizgili mi, dik çizgili mi yapıştırılacağına kadar her şey incelikle yapılınca, günler çiftetelli havasında geçti.
Marmariç’te en çok dikkatimi çeken dostluk. İkea?dan alışveriş yapmasını seven bir insan ile İkea?nın önünden dahi geçmek istemeyen bir insan aynı ortamda güle oynaya yaşıyorsa, o ortam olmuş demektir. Misafirhanenin yapımında yaklaşık otuz bin lira harcanmış ve kimin kaç para verdiği belli değilmiş. Tam anlamıyla bir üretim yok ama olacağına inanıyorum. “Olmuş” dostluklar, “olmuş” köye dönüşecek. Çelişkileriyle birlikte dönüşecek tabii. Hangi insan çelişkisiz yaşayabilir ki? Yerli insanlar yaşar sadece sanırım.
![]() |
Erkan abinin yedi yıldır orada oluşu, Mustafa abinin de ona katılması ve ardından Saydam abinin de İstanbul hengâmesini bırakıp ailesiyle birlikte köye yerleşmesi, bence küçümsenecek şeyler değil. Hele hele Saydam abinin gelişi, buna benzer radikal kararlar orayı daha bir köy haline getirecektir. Tabii benim dışarıdan yorumum böyle. Onlar ta üniversite okurken kurmuşlar böyle bir köyün hayalini. Bense sadece üç ay yaşadım orada.
Gönlüm ister ki ne kadar birasını içsek, tatlısını yesek de, o güzelim köye Kipa torbaları girmesin. Köyde akşam yemeği, sabah kahvaltısı? Keşke hep böyle güzel monotonluklarım olsa. Pekmezi ve şekersiz Cem Tan’ı, Ümit abinin sanata olan açlığı ve aşçılığı, Mete abinin ayaklı ajanda gibi konuşması, Mustafa abinin kahvaltıya oturma safhası, Erkan abinin Eyfel Kulesi’nin tepesinden bakıyormuş edasıyla pencereden bakışı, Tibet’in her daim bir yerlerini ıslatma veya çamur yapma yeteneği, Murat abinin müthiş aksanı, Selen ablanın gülen yüzü ve Saydam abinin veranda ustalığı… Tüm bunlarla yaşanılası bir köydür Marmariç. “Olduğu kadar,” derler bir iş yapılırken. İşte Marmariç de “olduğu kadar” bir köy. Hayalimdeki yerin biraz benzeri bir yer.
Sebze üretiminin üzerine düşerlerse, kirazdır, üzümdür, pekmezdir, elmadır, bademdir, cevizdir, gayet de yaşanır… Elim boş gitmeyeyim derseniz, tahin alın. Tahin, pekmezle güzel olur…
Not: Permakültüre giriş kursundan bahsetmedim, çünkü kursta anlatılanları, yukarıda anlattıklarımı yaparken bizzat yaşadım zaten. Gene de siz anlattıklarımla yetinmeyin, bu kursa mutlaka katılın.
Leave a Reply