Bu yazı 31 Mart 2018 tarihinde Yeşil Gazete‘de yayımlanmıştır.
Toprak deyince çoğumuzun aklına cansız, durağan ve bitkiler ve hayvanların yaşaması için var olan inorganik bir tabaka gelir. Bunun eksik bir tanım olduğunu artık biliyoruz; toprak, içinde karmaşık ilişkiler ağını barındıran, canlı bir ekosistem. Ayaklarımızın altındaki bu “dünyanın” farkına varıp onu derinlemesine keşfetmek; gezegen üstündeki – varsa – geleceğimize kılavuzluk edebilir.
Çerçevesini çizeceğim bilgilere erişim yaklaşık 150 yıllık bir çalışmayla sağlandı. Gözle, hatta çoğu mikroskopla dahi göremeyeceğimiz bu dünyanın keşfi, 1885’te Albert Bernhard Frank’ın yazdığı bir makaleyle başlıyor. Bilgilerimizin bugünkü haline gelmesini sağlayan en önemli teknolojik gelişmeler arasında ışık ve elektron mikroskopları var. Böylesi mikroskoplarla artık toprağın içindeki mikrobiyolojik canlıların birbirleriyle ve bitkilerle (ve hatta karasal memelilerle) kurdukları ilişkileri anlayabiliyor; 1990’lar itibariyle yapılan çalışmalar sayesinde de bu bilgileri bitkisel üretim alanlarımızda kullanabiliyoruz.
*Öğrencilerimizden Alpay Can’dan solucan gübresi uygulamalarına dair bir deneyim paylaşımı
Toprak-gıda-doğa-insan ilişkisinde bilinçlenme serüvenimiz, aslında okyanus ötesinde 2009 yılında ikizlerimizin dünyaya gelmesiyle başladı desek yanlış olmaz. İster istemez tüketim alışkanlıklarımızı ve tercihlerimizi de değiştirdi bu bilinçlenme. “Temiz ve ‘en az’ müdahale edilmiş gıdaya nasıl ulaşırız?”, “Organik nedir?”, “On adımda GDO” ve “Çim yetiştirme gıda yetiştir” gibi hareketler ile gelişerek, 2014 yılında bir vesile ile Geoff Hocamızın “Permakültür” kavramını açıklayan bir videosuyla karşılamamız bir tasarımcı olmayla tavan yaptı. Hızlı bir şekilde permakültür ile yoğrulduktan sonra diğer permakültüristlerde olduğu gibi hayata artık sıradan gözlerle bakamaz olduk. Her çarpıklık, her yanlışlık, toprağı yok etmeye yönelik her hareket gözümüze batmaya başladı. Hatta bu göze batışlar zamanın Avrupa Park ve Bahçeler Müdürü’nün karşısına çıkıp “Yol kenarlarındaki süs bitkileri için suyu niye hunharca harcıyorsunuz, neden su hasadı yapmıyorsunuz?” mukabilinde cesaret örnekliklerine bile sebep olmuştu.
Biraz daha ileriye saracak olursak filmi, 2016 başında Dr. Ingham’ın sunumunu yaptığı uzunca bir internet seminerinde aslında toprağı ve buna bağlı olarak tüm canlılığı iyileştirmenin ve bakımını yapmanın yolunun toprakta yaşayan, gözle görülmeyen hayat döngüsüne ve buradaki “alışverişe” bağlı olduğunu hayretler içinde bir kez daha öğrendim. Öğrenecek ne çok şey var! Daha sonra “Bu tarz iyileştirme çalışmaları yapanlar var mı, varsa nedir yolu yordamı?” diyerek başladığımız araştırmamızda, akrabalar ve eş dost aracılığı ile “vermikompost” nam-ı diğer “solucan gübresi” ile buluşup tanıştık. Bir Fransız atasözü kulaklarımızda çınlar o andan beri; “Toprağı en iyi bilen onun yaratıcısıdır, bu sırrı da yalnızca solucana vermiştir.”
Karbon döngüsü yeryüzündeki yaşamın temel gereksinimidir. Toprak Organik Karbon’u (TOK), hayvan ve bitki maddeleri ve çürümenin farklı aşamalarından oluşan toprak organik madde bileşenlerinden biri olarak toprakta depolanan karbonun miktarı olarak tarif edilebilir. Organik karbon temel olarak hayvan ve bitki kalıntıları, ölü ve yaşayan mikroorganizmalar, kök sızıntıları ve toprak biyotasının1 çözülmesiyle toprağa girer. Toprak organik karbonu partikül boyutu, karbon içeriği, devrilme zamanı ve bunun çözülme oranı açısından farklılık gösteren heterojen bir yapıdır. Toprak organik karbonu toprak mikroorganizmaları için ana enerji kaynağıdır. Topraktaki toprak organik maddesi yaklaşık %58 karbon içerir.
(daha&helliip;)
Editörün Notu: Yazının birinci bölümünü http://permacultureturkey.org/toprak-besin-agi1/ adresinden okuyabilirsiniz.
Ne yazık ki, toprak besin ağına dair bilimsel bilgi ancak son yıllarda ortaya çıkmakta. Toprak besin ağının bize neler getirebileceğini yeterince takdir edebilmiş değiliz, Ingham (aşağıda sayılan) yaygın uygulamalarımızın çoğununsa bunu kötüleştirdiğini söylüyor:
Eski insanlar, çürüme ve büyümenin doğal döngülerini ”tılsım” ile açıklamışlardır. Bilimsel bir anlayışın eksikliğindeki atalarımız, ekin yetiştirmek için gözlem ve geleneksel uygulamalara bel bağlamışlardı.
Modern kimyasal tarımsa toprağı anlamakta sadece biraz daha iyi olabildi. Kimyasal tarım, doğal döngüleri kontrol etmeyi başaramayarak, sentetik gübreler ve pestisitlerin kullanımıyla bu döngülerin etrafından dolanır. Kimyasal tarımın görünürdeki başarısına rağmen yapılan sert uygulamalar beraberinde kirliliği, toprak kaybını ve diğer fenalıkları getirir.
(daha&helliip;)
2015, Uluslararası Toprak Yılı1 ilan edildi ve şu anda bundan daha önemli ancak birkaç konu olabilir. Toprak Yılının amaçlarından biri “sivil toplumda ve karar alıcılar arasında toprağın insan hayatındaki temel rolleriyle ilgili tam bir farkındalık yaratmak”tır.
Bir diğeri ise, “toprağın, gıda güvenliği ve iklim değişikliğine adaptasyon için öne çıkan katkılarının tam olarak bilinmesini sağlamak.” İklim aktivistlerinin toprak ve arazi iyileştirmesi konularına değindiğini nadiren görürsünüz2, oysa belki de herkesin endişelerine çözüm getirecek en kapsamlı konu budur.
İklim değişikliğinin gerçek olup olmadığı ya da iklim değişikliğinin insan eliyle yapılıp yapılmadığı hakkında kavga etmek yersizdir. Sıcaklığın gerçekten yükselip alçaldığını ya da buzulların küçülüp büyüdüğünü tartışmak zaman kaybıdır.
(daha&helliip;)