![]() |
Üç yıl önce, permakültür temelli sürdürülebilir bir yaşam kurma hayalini gerçekleştirmek için, ailemle birlikte rahat memuriyetlerimizden ayrılıp Victoria kırsalına taşındık.
Yerleşik bir permakültür bölgesi / köyündense geleneksel bir kırsal çevreye yerleşmeyi seçmemizin nedenlerinden biri, permakültür için “yeni cepheler açmak” idi. “Eğer biz bunu burada yapabilirsek herkes her yerde yapabilir!” diye düşünüyorduk. Belki de bu yanlış bir seçimdi, özellikle de liderlik yapma konusundaki isteksizliğim düşünüldüğünde – yaparak göstermenin ötesinde düşünmek benim için zordur. Bazı açılardan belki de bir niyetli topluluk benim için daha iyi bir seçenek olabilirdi, fakat şimdi bu yoldayım. Sistem, ondan kaçmak için hala para kullanmamızı gerektirdikçe, harekete geçmek gittikçe daha da zorlaşıyor. Yayılmaya yeri olmayan kapalı bir toplulukla tatmin olur muydum olmaz mıydım, onu da bilmiyorum.
Değişikliği etkilemenin en iyi yolunun, dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi olmak olduğuna inanırım. Yıllarca Gandhi’nin bu meşhur sözü üzerine derin derin düşündüm ve daha fazla düşündükçe, ardında yatan gerçekliğin daha detaylı bir şekilde farkına varıyorum. Gandhi’nin bilgeliği benim permakültür pratiklerine yaklaşımımı şekillendirmiştir. Eğer yaparsam ve bütün kalbimle yaparsam o zaman insanları etkileyebilirim ve sonuçta onların başkalarını ve en nihayetinde dünyayı etkilemelerine yol açabilirim. Buna hala inanıyorum ama zaman zaman, “serinle dostum!” diyerek kendisini güneşe fırlatan bir kartopundan başka bir şey değilmişim gibi geliyor. Bu bireysel edilgen yaklaşım yeterli değilmiş gibi geliyor.
Herhangi bir hareket, eğer halka yakın bir hareketse daha kalıcı bir etkisi olacaktır. Fakat, halihazırda yapmakta olduklarımızdan daha fazlasını yapmamız gerektiğini, sistem karşısında ileriye yönelik organize yaklaşımlarla mücadele edebilen, birbirine çok daha bağlı bir güç haline gelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hiç olmazsa, parçalarının toplamından daha fazlası olan bir permakültür topluluğu oluşturmamız gerekiyor.
Pek çoğumuz, sebebi her ne olursa olsun, kendimizi yalnız başımıza çalışırken, başarılması bir köy dolusu insan gerektiren şeyler yapmaya girişirken buluruz. Bazılarımız çok becerikliyken, çok azımız tek başına başarmaya yetecek güce sahibiz. Eğer siz de benim gibiyseniz, kendinizi makinesi olmayan bir dişli gibi hissediyorsunuzdur.
Böylece soru, “Makineyi kurmak için bireysel olarak ne yapabiliriz?” sorusuna dönüşür. Hepimizin aradığı, sanıyorum ki, herkesin gücünün yettiği kadar katkı koymakta özgür olduğu ve eksik olduğu yerlerde tamamlandığı tür topluluklardır. Büyük çoğunluğumuzun permakültürde gerçekten aradığı şeyin gerçek bir topluluk olduğuna inanıyorum. Sanıyorum pek çoğumuz toplumun çökmüş olduğunu görüyoruz. Ve, gezegeni kurtarmakla insanlığı kurtarmanın eş anlamlı şeyler olduğuna inanıyorum. Bir yerlerde, kendi projeleri üzerine kendi başlarına çalışan ve biraz bireysel başarı da kazanmış uzun soluklu permakültürcüler varsa da, diğerleri, yapısal destek eksikliğinin kendilerini ana akıma doğru geri ittiğini görüyorlar, çünkü bu şeyi tek başına yapmak mümkün değil. Sanırım pek çok kişi şuna katılacaktır ki, başarılara rağmen, permakültürün toplum üzerindeki toplam etkisi pek de kayda değer değildir.
Bütün bunlar, bireysel çabanın hala elimizdeki en önemli şey olmadığını göstermez. Fakat öyle görünüyor ki, bahçemizin ve küçük permakültür tarhlarımızın gerçekten de esas mesele değil, hayatlarımızın geri kalanı için birer mecaz olduklarını unutuyoruz.
Geçen yıl domates hasadım kötüydü ama buna da şükür diyerek topladım, fakat geçenlerde domatese benim bireysel çabalarımın bir sembolü olarak bakmaya başladım. “Eğer çoluk çocuğumun yaşamı benim bahçecilik yapışıma bağlı olsaydı kesinlikle çok daha fazla çaba harcardım” sonucuna varmam beni çok sarstı. Gerçekten yapmam gereken, “hayatım ona bağlıymışçasına bahçecilik yapmak”. Eğer çoluk çocuğumun yaşamı ona bağlı olsaydı daha iyi bir yetiştirici olmayı hemen öğrenirdim.
Halihazırda yaşamım ona bağlıymışçasına bahçecilik yapmıyor olmamın ayırtına varmak üzerimde bir tür şok etkisi yarattı. Hala hayatlarımızı, “çiftlik dışından” kolaylıkla elde ettiğimiz şeylere lüks muamelesi yapacak kadar ciddiye almıyoruz. Bahçecilik işiyle amatörce uğraştığımı fark etmeye başladım çünkü olaya “daha sıkı çalışmazsam tehlikedeyim” gözüyle bakmıyorum. Tam da toplumun yüz yüze olduğumuz çevre sorunlarına o gözle bakmadığı gibi. Yani, yaşam tarzımızı somut şekillerde doğrudan tehdit edinceye kadar bunları ciddiye alma eğiliminde değiliz veya en azından gerektiği kadar ciddiye almıyoruz. Sanırım pek çoğumuz bahçeye amatörce takılabileceğimizi; biraz şunla biraz bunla uğraşıp arka bahçemizde bir şeyler yetiştirirken hayatımızın çoğunu rahat tüketici dünyasında geçirebileceğimizi düşünüyoruz. Tabii ki istisnalar var, belki de pek çok, ama toplumun, permakültürcüler ve permakültür olarak gördüğü veya tanıdığı yüz onlar değil. Görünen yüze bakanların algıladığıysa şu: “Biraz bir şeyler yapabilirsin ve o kadarı tamamdır.” Hayatlarımız buna bağlıymışçasına yaşıyor gibi görünmüyoruz çünkü, şu içinde bulunduğumuz andaki bütün niyetler ve amaçlar öyle yaşamaya yönelik değil. Güdü içeriden gelmek zorunda, midelerimiz doluyken, bir sonraki öğünün nereden gelebileceğine dair herhangi bir düşünce olmaksızın – “onunla daha sonra ilgileniriz!” – hoşnut görünen aşağılık düşünce yapımızı aşmalıyız.
Sanırım “bok pervaneye çarpmış gibi” yaşamaya başlamalıyız. Çünkü kuvvetle muhtemel ki çarptı – sadece asıl parçalar ve damlalar henüz tam bize doğru gelmiyor.
Bu yüzden işte benim yeni düsturum: Hayatın buna bağlıymışçasına yaşa, veya daha doğrusu: Dünyada görmek istediğin değişikliğin kendisi ol ve hayatın buna bağlıymışçasına yaşa.
Öyle sanıyorum ki, elimizde bireysel çaba göstermekten başka seçenek yok ve bu ancak gerçekten ama gerçekten büyük bir çabaysa yeterli olacaktır. Çaba burada fiiliyat anlamı içeren bir kelimedir çünkü tam manasıyla bir çaba yoksa hiç çaba yok demektir. Fakat bireysel çaba kavramlarımızı, bahçe ve gıda ormanlarının ötesine genişletmemiz ve daha büyük bireysel çabamızı topluluk oluşturma konusunda harcamamız gerektiğini de düşünüyorum. Bazen iyi bir çabanın yeterli olmadığını, elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Geçenlerde David Suzuki’nin yaptığımız şeyi ve onun gerçek değişime nasıl aktarıldığı konusunu tartıştığını duydum. Onu, yolunda yürümeye devam ettiren şey, ölüm döşeğinde torunlarına elinden gelenin en iyisini yaptığını söyleyebilecek olmasıdır.
Permakültür topluluğunun birleşmeye başladığı bugünlerde, bana sık sık güç veren aşağıdaki sözler, yalıtılmış bireysel çabaya bel bağlayanlar için de bir şeyler sunabilir.
İnsanlar bir şeyleri güzel olarak gördüklerinde,
diğer şeyler çirkin olur.
İnsanlar bir şeyleri iyi olarak gördüklerinde,
diğer şeyler kötü olur.Oluş ve olmayış birbirini yaratır.
Zor ve kolay birbirini destekler.
Uzun ve kısa birbirini tanımlar.
Yüksek ve alçak birbirine bağlıdır.
Önce ve sonra birbirini takip eder.Bu nedenle Üstâd hiçbir şey yapmadan davranır
ve hiçbir şey söylemeden öğretir.
Şeyler ortaya çıkar ve o, gelmelerine izin verir;
şeyler ortadan kalkar ve o, gitmelerine izin verir.
Sahiptir ama hükmetmez,
davranır ama beklentisi yoktur.
İşi bittiğinde, işi unutur.
Bu yüzden iş sonsuza dek sürer.“Tao Te Ching”in 2. bölümü
görüp, hissedip yüze söyleyemediklerimi yazmış olman.. Pes doğrusu.
Su anda ne yaptiginizi ve yasaminizi nasil devam ettirdiginizi merak ettim dogrusu.
Öncelikle, bu yazı bana ait değil, çevirisini ben yaptım. Oturup çeviriyi yapmamın sebebi tabii ki bahsedilen şeylere yakın düşüncelere sahip olmam.
Yaklaşık 7 yıldır Marmariç’te (İzmir’in Bayındır ilçesi yakınlarında) yaşıyorum.