Permakültür Ne Değildir ve Nedir?

Permakültür tanımlanma zorluğuyla ünlüdür. Yeni bir araştırmaya göre insanlar permakültürün hem bir tasarım yaklaşımı, hem bir felsefe, hem bir toplumsal hareket hem de bir dizi uygulama olduğunu düşünüyor. Bu geniş ve çelişkili yelpaze permakültürün sadece tarif edilmesini zorlaştırmakla kalmayıp itici olmasına da sebep oluyor. Diyelim permakültürle yoğun bir gıda üretim yöntemi biçimi olarak tanıştınız ve bundan daha fazlası olduğunu sonradan, birisi size tanrıça inancı, GDO karşıtı aktivizm ve çıplak ayakla dolaşmayı da içerdiğini anlattığında kavradınız. Buradan ne çıkartırdınız? Acaba kaç kişi nihayet permakültürcülerin siyasi görüşünü çözdüğünü düşünmüş ve mantıken vejetaryen olmamız gerektiğini varsaymış, ve sonra aramızda pek çok militan et yiyici olduğunu görmüştür? Ne tür bir felsefe bu kadar farklı görüşleri bir arada tutabilir? Ya da bu gerçekten bir felsefe midir? Ben burada, permakültürün en isabetli ve net tanımının bir tasarım yaklaşımı olduğunu, genellikle desteklediği daha kapsamlı bir felsefe ve hareketin içinde yer aldığı için de kafamızın karıştığını savunacağım. Permakülür bu bahsedilen felsefe ve hareketin kendisi değildir. Yeni bir paradigmanın gerçekleştirilmesini amaçlayan bir tasarım yaklaşımıdır. Ve onu bu şekilde tanımlamanın, diğer ekolojik tasarım alanları ve teknolojilerinde çalışan, permakültürcüler “Ah, evet, sizin işiniz de permakültürün bir parçası,” dediklerinde anlaşılır bir şekilde bundan rahatsız olan insanlara da teselli olacağını göreceğiz.

İnsan sorun çözücü bir türdür. Sorunlar ortaya koyar (Nasıl yiyecek buluruz? Nasıl barınak yaparız? Nasıl sağlıklı kalırız?) ve bu sorunları çözmek için araçlar geliştiririz. Permakültür de bu araçlardan biridir. Son 10.000 yıl boyunca insanların temel ihtiyaçları karşılama sorununu ele alma biçimi tarım ve onun inşa ettiği medeniyetti. Binyıllar boyunca insan nüfusu, ihtiyaçları ve etkilerine kıyasla çok büyük bir gezegende yaşadığımız için, türümüz yayılmaya ve tarımın yabani ekosistemleri insanlar için gıda ve habitata dönüştürme gücünü geliştirmeye odaklanabildi ve ekosistemin sağlığını göz ardı edebildi. Fakat artık yedi milyar kişilik endüstriyel medeniyetimiz ekosistemleri acımasızca ezip geçiyor. Sağlıklı ekosistemler olmadığında insanın–ve diğer her şeyin-acı çektiğini yaşayarak öğreniyoruz. Dolayısıyla artık sadece “İnsanların ihtiyaçlarını nasıl karşılarız?” sorusuna odaklanamayız. Bu cümleye “ekosistemin sağlığını koruyarak” kelimelerini eklemek gerekir. Rafter Ferguson permakültürün tanımı olarak bu soruyu öne sürmüştür. Bunda doğruluk payı vardır ama bence “insanların ihtiyaçlarını ekosistemin sağlığını koruyarak ve arttırarak karşılamak” permakültürün tanımı değil amacıdır. Bu amaç bize tanım için bazı ipuçları veriyor ve “Permakültür nedir?” sorusunun etrafındaki düğümleri çözmeye yardımcı oluyor. Permakültürün çözmeye çalıştığı sorunun adını koyuyor ve onu netleştiriyor.

Thomas Kuhn, başyapıt niteliğindeki Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında, belli bir alanda çözülmesi gereken sorunları tanımlayan bakış açısını ifade etmek için “paradigma” kelimesini kullanmıştır. Kuhn bir paradigmanın doğru çerçevelenmesinin, bir sorunun daha net bir şekilde yeniden ifade edilmesi sayesinde, araştırmacıların gireceği çıkmaz sokakların sayısını azaltacağını söyler. Yeni paradigmalar genellikle artık yeniden çerçevelenmiş olan sorunu çözmek için yeni araçlar gerektirir; ve bunların gelişimini teşvik eder.

“Paradigma” artık çok sık kullanılarak önemsizleştirilmiş bir kelime ve Kuhn’un kemiklerinin sızladığına eminim. Ancak insanlığın birincil amacının “insanın ihtiyaçlarını karşılamak”tan “insanın ihtiyaçlarını ekosistem sağlığını koruyarak karşılama”ya dönüşmesini bir paradigma değişikliği olarak görmenin bu terimi suistimal etmek olduğunu düşünmüyorum. Bu dönüşüm, kullandığımız araçları ve yeni uygun araçlar geliştirmek ve kullanmak için gereken zihniyeti, değiştiriyor. Tarımın doğaya sadece fethedilip tüketilecek bir kaynak olarak muamele etmesiyle tahrip olan insan – doğa ilişkisini yeniden inşa ediyor. Artık tarım ve endüstri, eskisi gibi insanlığın kurtarıcısı değil birer musibet ve yıkım teknolojisi olarak görülüyor. Bu oldukça ciddi bir değişim.

Permakültür ve diğer ekolojik yaklaşımlar, sorunu dile getirip çözümü için araç ve stratejiler sunarak bu yeni paradigmayı ifade etme çabalarıdır. Genel sorun ifade edilip insanların ihtiyaçları ile ekosistemin sağlığı arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi ortaya konduğunda çözüme giden adımları daha açık bir şekilde görebiliriz. Artık “İnsanların ihtiyaçları nelerdir ve bunların hepsi ekosistemin sağlığını koruyarak, yeniden kazandırarak ve iyileştirerek nasıl karşılanabilir?” diye sorabiliriz. İnsan ihtiyaçlarını nasıl ifade edeceğimizi biliyoruz ve ekosistemin sağlığını ölçmek için de yöntemlerimiz mevcut. Artık sorunumuz bu ikili hedefe ulaşmak; ve permakültür bu konuda umut vaat ediyor.

Peki, o zaman, permakültürün tanımı neden bu kadar zor? Bence bunun sebebi bir paradigmanın ilk günlerinde, o yeni paradigma ile onu ifade etmek ve çözmek için ihtiyaç duyulan zihinsel ve fiziksel araçlar arasındaki sınırın net olmaması. Permakültürü etkin bir şekilde uygulamanın gerektirdiği zihniyet ile bunu yapma işini birbirine karıştırıyoruz. Ne demek istediğimi tarihsel bir örnekle açıklayayım.

18. yüzyılda, maddelerin yanabilirliği flojiston denen bir şeye dayandırılırdı. Maddenin elementler ve ilkelerden oluştuğu düşünülürdü ve flojiston tutuşabilirlik ilkesiydi. Bir element yandığında flojiston açığa çıkardı ve flojistonun tamamı açığa çıktığında yanma dururdu. Geriye kalan maddede ise “calx” ilkesi, yani gerçek elemental madde bulunurdu. Bu kuram ahşap ya da diğer yakıtlar gibi pek çok şeyin yandığında ağırlığının azalmasına dayandırılmıştı.

1770’lerde flojiston kuramında çatlaklar oluşmaya başladı. Antoine Lavoisier, özenli deneyler ve yeni isabetli hesaplamalarla, pek çok maddenin yandığında ağırlığının azalmayıp arttığını tespit etti. 1771’de Carl Scheele ve daha sonra Joseph Priestley ve arkadaşları, alevlerin daha parlak ve daha uzun süre yanmasını sağlayan bir gaz (henüz adı konmamış olan oksijen gazı) elde ettiler. Buna “flojistonsuzlaştırılmış hava” dediler çünkü kurama uyabilmesi için bu gazın havaya göre yanan maddelerden daha fazla flojiston kabul edebilmesi gerekiyordu. Fakat bu tür geçici çözüm arayışları ve dolambaçlı mantık yürütmeler bir kuramın başarısız olduğuna dair ilk işaretlerdendir. 1777 yılına gelindiğinde Lavoisier bu gazın başka gazlarla bir araya gelerek yanmayı destekleyen saf bir element olduğuna emindir ve flojiston kuramını reddetmeye başlar. Priestley ve arkadaşları buna karşı çıkarlar; tek hataları oksijenin ne olduğunu anlayamamış olmalarıdır. Maddelerin flojiston ve clax gibi ilkeler içerdiğini bilmekte ve bu ilkelerin elementlerle bir araya gelebileceğine, gizli olduklarına ya da yanma gibi işlemlerle açığa çıktıklarına ve bu işlemlerden sonra değişmemiş olarak bulunabileceklerine inanmaktadırlar. Bir maddenin kimyasal olarak başka bir maddeye bağlanabileceği ve dönüştürülebileceği, madde paradigmalarına uymamaktadır. Bu düşünce, kelimenin tam anlamıyla, akıl almazdır. Ancak karşıt bilgilerin birikimi flojiston kuramının hükmünü vermiş ve 1800 yılına gelindiğinde bugün kimya devrimi dediğimiz şey onu tarihe gömmüştür.

Flojistonun reddi ve kimya devriminin kabul edilmesi mantıken basittir: Oksijenli tutuşma kuramı flojistonun çelişkilerini ortadan kaldırmıştır. Fakat flojiston düşüncesinin yarattığı zihinsel engel nedeniyle bu, bilişsel olarak zor olmuştur. Oksijeni görebilmek için bir düşünsel devrime ihtiyaç duyulmuştur.

Bu devrimin öncülerinin pek çoğu kendilerine doğa filozofu demiş, neredeyse tüm doğal olgu ve olaylar hakkında yeni bir düşünce biçimi gerektiren ve üreten çok büyük bir dünya görüşü değişikliğine yol açmışlardır. 1500’lerden 1800’lerin başlarına kadar yeni gökbilimciler, kimyagerler ve fizikçiler radikal düşünürler olarak görülmüş ve toplum düzenine tehdit sayılmışlardır. Ve genellikle de öylelerdi: Ölçüm ve deneye dayalı bu yeni bilimsel yaklaşımı Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin gibi devrimciler savunuyordu. Çalışmalarına yön veren felsefenin, çalışmaların kendisinden ayırt edilmesi, o zamanlar, zordu. Bugünlerde kimyayı ve bu çalkantılı dönemde üreyen diğer bilimleri siyaset ve felsefeden keskin çizgilerle ayrışmış, yerleşik disiplinler olarak görüyoruz. Ama o günlerde kimya ya da gökbilim ile uğraşmak tamamen yeni bir dünya görüşünün bir parçasıydı ve bilim insanlarının radikal felsefeleri, üzerinde çalışmaları gereken sorunlar ve bu sorunlara deneysel yaklaşımları arasındaki sınırlar belirgin değildi.

Flojiston kıskacındaki kimya bilimi gibi, permakültür de eski paradigma ile tam olarak anlaşılamaz ve bence onun bir sorun çözme yaklaşımı olmanın yanı sıra sıklıkla bir hareket ve felsefe olarak görülmesinin sebebi de budur. Permakültürü tam olarak anlamak için yeni paradigmaya geçmiş olmamız gerekir.

Yeni araçlar ve yeni paradigmalar birbirlerini destekler ve güçlendirir ve permakültür bunun pek çok örneğinden biridir. Lavoisier’in düzeltilmiş hesapları flojiston kuramını tahtından indiren tutarsızlıkları açığa çıkarmış, gazlar ve madde konusunda yeni bir düşünce biçimi gerektirmiştir. Benzer şekilde, permakültürün mıntıkalar, dilimler, ihtiyaç ve ürünler gibi tasarım yöntemleri, ilişkileri ve sonuçları vurgulayarak yalıtılmış olaylar ve statik nesneler üzerinden düşünmenin zayıf yönlerini ortaya koyar. Sınırsız büyüme, atık ve “dışsallıklar” gibi eski paradigmaya ait kavramların kusurları bütüncül sistem bakış açısıyla ayan beyan görünür. Araçlar yeni düşünceyi teşvik eder ve yeni paradigma uygun araçların yaratılmasına yardımcı olur.

Pek çokları permakültürle eski dünya görüşünde yanlış bir şeyler olduğu bilgisiyle tanışır ama bunun yerine koyacak yeni bir paradigmaları yoktur. Permakültür daha iyi bir bahçıvanlık yöntemi ya da bir toplumsal değişim aracı olarak cazip görünür ve yeni dünya görüşünün eskisinin kusurlarını ve hasarlarını aştığını gördüklerinde bunu benimserler. Bazıları ise permakültüre bu bütüncül paradigmaya geçtikten sonra gelir çünkü permakültür bunu destekler ve bunun içinde nasıl çalışılacağına dair bir yaklaşım sunar. Neredeyse hepimiz eski paradigmada yetiştiğimiz için, iki durumda da permakültürün derinliğini tam olarak kavramak zaman alır. Ben de, permakültür tasarımını 20 yıl uyguladıktan sonra bile, onu tanımlamakta hâlâ zorlanıyorum.

O halde permakültür ne bir felsefe ya da dünya görüşü ne de bir araçtır. Fakat permakültürü iyi kullanmak için yeni bir dünya görüşünü ve yeni araçları benimsemek gerekir. Kendilerine filozof diyen ilk kimyagerler gibi, permakültücüler için de araçlar, bu araçları kullanma konusundaki yaklaşım ve bunların etkin kullanımını mümkün kılan dünya görüşü arasındaki sınırlar bulanıktır.

Permakültür bazı yönlerden bilimsel yöntem denen sorun çözme yöntemine, Lavoisier, Boyle ve meslektaşları tarafından geliştirilen deneyselci stratejiye benzer. Bunların ikisini de bir paradigma ya da belli bir araçlar grubu olarak tanımlayamazsınız. Bunlar daha geniş bir araçlar yelpazesini kullanma yaklaşımları, paradigmanın rehberliğindeki çalışma biçimleridir. Tabii ki bu kafa karıştırıcıdır. İnsanlar “bilimsel yöntem”in ne olduğu konusunda yüzyıllardır tartışıyorlar: Tümdengelimci mi tümevarımcı mıdır, hipotez mi yoksa veri mi önce gelir? Çoğu bilim insanı bu soruyu cevaplayamaz. Bilimsel yöntemi, onu kullanarak öğrenirler ve nasıl kullanacaklarını bilmelerine rağmen ne olduğunu açıklamakta zorlanırlar. Tanıdık geldi mi?

Tüm bunları düşününce, bence permakültürün öne çıkması gereken tanımı, tıpkı bilimsel yöntemin deneyselci bir yaklaşım olması gibi, permakültürün de çözüm amaçlı bir tasarım yaklaşımı olduğudur. Daha somut ifade etmek gerekirse permakültür, karşımızdaki sürdürülebilirlik sorununu çözmek için, afallatıcı büyüklükte bir alet çantasından –tüm insan teknolojileri ve yaşam stratejileri arasından- nasıl seçim yapacağımızı söyler. İnsanın ihtiyaçlarını ekosistemin sağlığını iyileştirerek karşılama paradigmasının ortaya koyduğu sorunları çözmek için bir kullanma kılavuzudur. Bu bakış açısının açıkça ortaya koyduğu insanları daha geniş ve dinamik çevrelerine bağlayan ilişki bizi ilişkisel düşünmeye zorlar ve bu da permakültürün temel öğelerindendir. Bu ilişkinin tarafları permakültür etiklerinde açıkça ifade edilmiştir: Dünya’ya özen ve insana özen. Ve bu ilişkinin iki tarafına da ihtiyacımız olduğunu bilmek, çözmemiz gereken sorunları tespit etmekte son derece faydalıdır. Öncelikle insanın ihtiyaçları nelerdir? Benim kullandığım permakültür çiçeği şemasında bazı önemli ihtiyaçlara yer verilmiştir: gıda, barınak, su, atıkların geri kazanımı, enerji, topluluk, sağlık, ruhsal tatmin, adalet ve geçim kaynağı. Permakültürün yeni paradigmada önümüze koyduğu hedef bu ihtiyaçları karşılarken ekosistemin sağlığını korumaktır ve ikincisini ölçecek yöntemler mevcuttur. Bu ihtiyaçların karşılanma şekli yere ve kültüre göre farklılık gösterecek olmakla birlikte ekosistem sağlığının ölçütleri oldukça evrenseldir.

Böylece permakültürün önümüze koyduğu görevi netleştirdik ve bence permakültürü, onu etkin bir şekilde kullanabilmek için ihtiyaç duyduğumuz felsefeden –paradigmadan- ayırt edip permakültürün neden sıklıkla bir hareket olarak adlandırıldığını da anladık. Permakültürcüler, yeni paradigmaya geçmekte olan milyonlarca diğer insanla aynı hedefi güdüyorlar ve hareket olarak adlandırılmayı hak eden şey permakültürün bu geçişi destekleyen tasarım yaklaşımı değil, bu geçişin kendisidir. Permakültür, bu hareketin yeni paradigmanın tanımladığı sorunları çözmek için kullandığı yaklaşımlardan biridir. Bunu yapmak için teknikler yerine stratejiler düzeyinde çalışır; ancak bu başka bir yazının konusu. Bir bakıma hâlâ ekolojik farkındalığımızın flojiston çağında olduğumuz için permakültürü nasıl sınıflandıracağımızı bilemiyor, onu, keşfetmemize yardımcı olduğu paradigma ile karıştırabiliyoruz. Permakültür sürdürülebilirlik hareketi ya da bunun arkasındaki felsefe değildir. Permakültür bu hareket ve felsefenin amaçlarına ulaşmak ve insan ihtiyaçlarını bizi destekleyen bu mucizevî gezegenin sağlığını arttırarak karşıladığımız bir dünya tasarlamak için kullanabileceği bir sorun çözme yaklaşımıdır.

Permakültür Çiçeği, Holmgren’in tasarımı değiştirilerek hazırlanmıştır. Petaller temel insan ihtiyaçlarını temsil eder ve bunları kişisel, yerel ve bölgesel düzeylerde sürdürülebilir bir şekilde karşılamak için çalışırız.

Çeviri: İlknur Urkun Kelso
Kaynak: What Permaculture Isn’t—and Is

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*