Küresel sıcaklık derecelerinin gelecek yüz yıl boyunca artacağının kesinleşmesiyle, hava durumu tahminleri önümüzdeki 200 yıl için sadece bela öngörüyor. En son IPCC raporuna göre karbon salımımız geri dönülemez bir noktaya yaklaşıyor. Endüstrileşmiş ulusların tümü bir gecede güneş enerjisine geçse bile, gezegenin gidişatını tersine çevirmek için artık çok geç.
Jeolojistler, insan türünün jeolojik tarihi tamir edilemez bir şekilde değiştirdiği bu yeni çağı Anthropocene (Antroposen) diye adlandırıyorlar. Yasa yapıcıların küresel ısınmayı nasıl “durdurucağımız”la ilgili kararlar verme lüksü yok artık. Onun yerine, iklim dengesizliğinin ortasında nasıl idare edeceğimizi çözmemiz lazım.
Önümüzdeki karanlık gelecekle birlikte, yeni varoluşsal sorular ortaya çıkıyor. Şu anki nesiller, gelecektekilere ne borçlu? Sadece insanları etkileyen şeylere mi değer vermeliyiz? Doğanın, kültürün kendi içinde bir değeri var mı? Bugüne kadarki sıcaklık yükselişinin müsebbibi Batılı ekonomiler olduğuna göre, gelecekte bunu durdurmak için üstlenilecek yükün çoğunu onlar mı sırtlanmalı?
Bilim insanlarının, ekonomistlerin ve politikacıların tüm teknik cevaplarının altında en derin ahlaki açmaz yatıyor –felsefecilerin asırlardır yakalamaya çalıştığı sorunlar. Rochester Teknoloji Enstitüsünde, iklim değişikliğini inkar etmenin ahlaki çıkarımlarını araştıran felsefeci Lawerence Torcello, VICE’a verdiği röportajda bu konuyla ilgili “Adaletle ilgili bu konular iklim değişikliğiyle açığa çıksa da bunlar aslında geleneksel etik sorularıdır.” diyor. “Nasıl yaşamalıyız? Bu, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar baskılayıcı bir soru. Antroposen’de nasıl yaşayacağız?”
Diğer paradigmatik ahlaki sorunlardan farklı olarak, iklim değişikliğinde bir diğerine kasıtlı olarak zarar veren hiçbir kimse yok. Felsefeci Dale Jamieson ve othershavewritten‘a göre ahlaki değerlerimiz tam olarak şu durumlarda çöküyor: Kötü davranışımız ve onun sebep olduğu zarar birbirine doğrudan bağlantılı olmadığında. Görünmez bir şekilde sera gazı salımı durumunda örneğin, tetiğin çekildiği tek bir an ya da kullanılan tek bir silah yok. Felsefeci Stephen Gardiner iklim değişikliğine “mükemmel ahlaki kargaşa” derken aklında sorunun küresel ölçeği, mekansal ve zamansal olarak karmaşık nedenselliği ve uzun süreli etkileri var.
“O yer artık yoksa, bir yeri sevmek ne anlama gelecek?”
Böylesine bir kargaşa, felsefecileri konuyla ilgili yeni bir etik çerçeve arayışına itti –ideal olarak politik bir etkisi olacak bir çerçeve. Torcello, “İnsan türü olarak daha önce alışık olmadığımız terimlerle düşünmeye başlamamız gerekiyor,” diyor. “Araba kullanmak ya da termostatları yükseltmek gibi şeylerin daha doğmamış insanlara zarar verdiğini düşünmeye başlamamız gerekiyor.”
İklim etikleri alanının kurucularından biri ve NYU çevre çalışmaları ve felsefe profesörü olan Dale Jamieson, Antroposen’de iyi bir şekilde yaşabilmek için “yeşil erdemler” dediği yeni değerler edinmemiz gerektiğini söyleyen ilk insanlardan biri. Ölçülülüğü –nispeten düşük bir tüketimle mütevazi bir yaşam olarak tanımladığı– çözüm yolu olarak görüyor. Jamieson bir diğer erdemin “hayatına bir şey soktuğunda, onun tüm yaşam döngüsünün beşikten mezara kadar sorumluluğunu aldığını düşündüğün” bir anlayış olarak açıkladığı düşüncelilik olduğunu söylüyor. Satın aldığın her ürünün, onu attığında er geç bir yere gideceğinde olduğu gibi. Sonrasında, elbette, bir de dayanışmaya olan çok ciddi bir ihtiyaç var. Jamieson, hızlı bir şekilde, dayanışmaya dayalı bir politik ölçülendirmeyle kömürü bertaraf etmeyi ve karbona değer biçmeyi öneriyor.
Hemen hemen tüm felsefeciler, az gelişmiş ülkelerin büyümelerine ve salımlarını devam ettirmelerine izin verilmesini öngörürken gelişmiş ülkelerin bu bedelleri ödemekte başat bir rol oynaması gerektiği konusunda hemfikirler. Yine de, Jamieson ve diğerlerinin de bildiği gibi, karbon salımını dondurmak için yeterli büyüklükte bir ölçekte yapılmış hiçbir uluslar arası azaltma ya da hafifletme çabası yok. Aksine, dünya ekonomisine 2013 yılında en çok yeni enerji sağlayan kaynak kömürdü. Fosil yakıtların verdiği zararları kavramamızdaki artış, dünya çapındaki karbon salımı hızıyla paralel gidiyor.
Ekonomist kökenli, Oxfordlu felsefeci John Broome yoğun jeopolitik iş birliği başarısızlığını klasik bir “kamusal mülkiyet trajedisi” olarak görüyor: Her ülke kendi çıkarları doğrultusunda hareket edecek; bu da her zaman karbon salımı demek. Broome’un VICE’a anlattığına göre George Bush’un Kyoto Protokolü’nü imzalamaması, gerçeği “kabak” gibi ortaya koydu: Ülkeler, kendi çıkarlarından fedakarlık yapmalarını gerektirecekse, diğerlerinin yararına hiçbir şey yapmayacaklar.
İklim değişikliğiyle ilgili endişelerin en büyük sorularından biri de gelecek nesillere olan sorumluluğumuzla ilgili. Bazı ekonomistler, gelecek nesillerin daha iyi durumda olacağını, dolayısıyla çevresel bedelleri ödemede daha donanımlı olacaklarını savunurken, diğerleri, özellikle Nordhaus bekleyen bedellerin sadece şimdiki nesil için değil gelecek nesiller için de olduğunu söylüyor.
“Toplumun büyük bir bölümüne ve henüz var olmayan insanlara zarar vermek iklim değişikliğinin doğasında var.” – Dale Jamieson
Bilinmeyen bir gelecek popülasyonu için sorumlu olma ihtiyacı, iklim değişikliğinin bireysel ahlak ve küresel adalet gibi geleneksel anlayışlarla bağdaşmasını güçleştiren kısmı. Yapılan bir çalışma Amerikalıların %60’ının iklim değişikliğinin gelecek nesillere zarar vereceğine ama sadece %38’inin kendilerini sadece “makul derecede” etkileyeceğine inandıklarını gösteriyor. Jamieson, demokrasinin şu anki haliyle gelecek nesillerin çıkarlarını layıkıyla temsil edecek donanımda olmadığını açıklıyor. Nesiller arası adalet hakkındaki konuşmalar “mevcut sistemin seçim döngülerinin ötesindeki çıkarlarımızı korumak için ne kadar donanımsız olduğunu işaret ediyor. İyi işleyen bir demokrasi ideal olarak çıkagelen herkesi temsil eder. Ama toplumun büyük bir bölümüne ve henüz var olmayan insanlara zarar vermek iklim değişikliğinin doğasında var,” diyor ve ekliyor, “Herkes gelecek hakkında konuşmaya bayılıyor ama süregelen bir şimdiki nesil narsisizmi hep mevcut.”
1990’ların başlarında çevre etikleri üzerine çalışmaya başlayan Jamieson, iklim değişikliği teorik bir sorundan, görmezden gelinen olgunlaşmış bir felakete dönüştükçe, felsefecilerin sorularının da değişmeye başladığının altını çiziyor. “Bir kere öyle oldu mu, kendinizi farklı bölgelerin farklı salım değerleri olduğunu düşünmek zorunda kaldığınız bir dünyada buluyorsunuz. Nasıl uyum sağlarız? Bu uyumun bedelini kim öder? İnsan hayatı yaşamak ne demektir? Ya hayvanlar? Peki, tehlike altındaki türler?”
Broome, krizin kaçınılmazlığını kabullenmenin felsefecileri daha “karamsar bir yol” izlemeye ittiğini söylüyor. Kitaplarının başlıkları da aynı karamsar havanın kaydını tutuyor; Tim Mulgan’ın Radical Hope and Ethics for A Broken World: Imagining Philosophy After Catastrophe (Bozulmuş Bir Dünya İçin Radikal Umut ve Etikler: Kıyametten Sonraki Felsefeyi Hayal Etmek) ve Jamieson’ın Reason in a Dark Time (Karanlık Zamanlarda Akıl) kitapları gibi.
Broome, iklim değişikliğini kamusal alanda tartışma yaklaşımının evrildiğini söylüyor. “Bireyler olarak nasıl yaşamamız gerektiği” ile ilgili yaptığı her açıklamanın insanları, hükümetlerin insanların karbon salımını engellemek için güç kullanması fikrinden uzaklaşmasına neden olduğunu fark etmiş. “Eskiden hayatınızı dengeleyerek sıfır karbon ayak izine sahip olmanız gerektiğini söylerdim,” diyor, “Ama hükümetler bu davranışı yargılamazsa iklim değişikliğini bu yolla çözemezsiniz.” Amaç bireysel ahlakın –uçağa binmeyi reddetmek örneğin, insanların önemsediğini gösterebilir– önemini yok saymak değil, ama kamusal bir ahlak sağlamak şart. Ama hükümet baskısının bile başarısız olabileceğinin altını çiziyor.
Sonuç olarak eğer her şey başarısız olursa, felsefenin en eski vaatlerinden birine dönmemiz mümkün: bize nasıl öleceğimizi öğretmek. “İnsanlığın şimdiye kadar karşılaştığı en zor sorunla karşı karşıyayız ve daha iyisi için doğru kararları aldığımıza dair güvenimizin hiç olmadığı kadar az olduğu bu Aydınlanma sonrası dönemdeyiz.” Bu anlam krizi görmezden geliniyor: “Sen ve senin türünün tüm vahşi hayatı ve yaşam formlarını yok ettiğiniz bir dünyada anlamlı bir hayat yaşamak ne anlama geliyor?” diye soruyor Jamieson. “Bu, dünyanın cehenneme gitmesini engellemeye çalışan bir felsefe.”
Çeviri: Iraz Candaş
Kaynak: The Perfect Moral Storm: Philosophers Respond to the Impending Anthropogenic Apocalypse
Leave a Reply