2015, Uluslararası Toprak Yılı1 ilan edildi ve şu anda bundan daha önemli ancak birkaç konu olabilir. Toprak Yılının amaçlarından biri “sivil toplumda ve karar alıcılar arasında toprağın insan hayatındaki temel rolleriyle ilgili tam bir farkındalık yaratmak”tır.
Bir diğeri ise, “toprağın, gıda güvenliği ve iklim değişikliğine adaptasyon için öne çıkan katkılarının tam olarak bilinmesini sağlamak.” İklim aktivistlerinin toprak ve arazi iyileştirmesi konularına değindiğini nadiren görürsünüz2, oysa belki de herkesin endişelerine çözüm getirecek en kapsamlı konu budur.
İklim değişikliğinin gerçek olup olmadığı ya da iklim değişikliğinin insan eliyle yapılıp yapılmadığı hakkında kavga etmek yersizdir. Sıcaklığın gerçekten yükselip alçaldığını ya da buzulların küçülüp büyüdüğünü tartışmak zaman kaybıdır.
Tarımsal Bir “U Dönüşü” Neden Gerekli?
İşin aslı şu ki küresel arazi yapısı değişiyor ve çok büyük arazileriniz olsa bile gıda güvenliği artık size verilen bir şey değil. İşte bunun sebebi:
– Akiferler tekrar dolma sürelerinden çok daha hızlı bir şekilde tüketildikçe su kıtlığı daha da kötüleşiyor. Ağustos 2014’te, National Geographic3, dört senelik bir kuraklığın Kaliforniya’nın kar örtülerini, nehirlerini ve göllerini kuruttuğunu bildirdi.
Bunun sonucunda, eyalet su açığını kapatmak için yeraltı akiferlerinden su çekmeye başladı. Günümüzde, Kaliforniya’nın su ihtiyacının neredeyse %60’ı kullanıldığı hızda yerine konamayan yeraltı sularından karşılanıyor4.
– Toprak erozyonu ve bozulması hızla kötüleşiyor.
– Hava ve su kirliliği artıyor.
– Araziler hızlı bir şekilde çölleşiyor ve bununla birlikte bitki ve hayvan biyoçeşitliliği kaybediliyor.
– Her şey daha zehirli hale geliyor. Birçok farklı alandan bilim insanlarına göre, işleri “her zamanki gibi” yapmaya devam ettiğimiz takdirde, doğanın bize, ister su olsun, ister hava ya da toprak kalitesi olsun hiçbir alanda sunacak bir şeyinin kalmayacağı zamana 50-60 yıldan fazla bir şey kalmadı.
Dünyanın Sadece 60 Yıllık Üst Toprağı Kaldı
Dünyanın sadece 60 yıllık üst toprağının kaldığı haberi, zaman konusunda ne kadar sıkışık olduğumuzun altını çizen, can alıcı bir örnek.
2012 yılında yapılmış bir Time Dergisi röportajında5, Sydney Üniversitesi Profesörü John Crawford bu konudan bahseder ve dünyadaki tarım arazilerine ait toprakların %40’ının bozulmuş ya da ciddi ölçüde bozulmuş olarak sınıflandırıldığının altını çizer.
“Ciddi ölçüde bozulmuş”, üst toprağın (bitkilerin yetiştiği toprak katmanı) %70’inin halihazırda kaybolduğu topraklar demek. Toprak erozyonunun ve bozulmasının sebebi topraktaki karbonu yok eden ve bitki beslenmesi ve gelişmesinden sorumlu olan toprağın mikrobiyal dengesini bozan tarım yöntemleridir.
Günümüzde, üst toprak, doğanın kendi kendine iyileştirip yenileyebileceğinden 10-40 kat daha hızlı bir şekilde kaybediliyor. Profesör Crawford’a göre:
“İnsanlar genelde toprağın diğer birçok şeyle nasıl bağlantılı olduğunu düşünmüyorlar: Sağlıkla, çevreyle, gıda güvenliğiyle, iklimle ve suyla. Örneğin tarım, temiz su kullanımının %70’inden sorumlu…
Toprak amaca uygun değilse, su, kök sistemine inemeden bozulmuş toprak üzerinden yıkanıp gidiyor ve ziyan ediliyordur. Gelecek 20-30 sene içerisinde bizi bekleyen potansiyel devasa su çatışmalarını göz önünde bulundurursak, şu an olduğu gibi toprağa daha çok zarar vererek olayları alevlendirmek istemezsiniz.
İşlerin ‘her zamanki gibi gittiği’ senaryoda, bozulmuş toprak, önümüzdeki 20-50 sene içinde %30 daha az gıda üreteceğimiz anlamına gelecek. Bu, büyüyen nüfusla birlikte %50 daha fazla gıda üretmemiz gerekeceğini öngören gelecek senaryosuyla çelişiyor.”
Azot Uygulaması Soruna Katkıda Bulunuyor
Azot içerikli sentetik gübreler, topraktaki karbonu karbondioksite (CO2) çevirerek sorunu artırıyor. ‘Güvenli Böcek İlaçları Efsaneleri’ kitabının yazarı ve Organics International Başkanı André Leu’ya göre:
“Araştırmalar, azot içerikli sentetik gübre uygulamalarının, topraktaki karbonun azalmasına doğrudan bir etkisi olduğunu gösteriyor.
Illinois Üniversitesi’nden bilim insanları, 50 yıllık bir tarım deneyinin sonuçlarını analiz ettiler ve azot içerikli sentetik gübrelerin, ekinlerdeki karbon kalıntılarının yok olmasına ve ortalama olarak hektar başına, yılda 10.000 kilogram karbon (C) kaybına sebep olduğunu buldular.
Bu, her sene karbondioksite dönüşen binlerce kilogram ekin kalıntısının üstüne, hektar başına yaklaşık olarak 36.700 kilogram karbondioksit demek.
Araştırmacıların bulgusuna göre, uygulanan sentetik gübre ne kadar çoksa, topraktaki karbonun CO2 formunda kaybedilmesi de o kadar yüksek oluyor. Organik tarım sistemlerinde topraktaki karbonda artış görülmesine rağmen konvansiyonel tarım topraklarında karbon seviyesindeki düşüşün en önemli sebeplerinden biri bu.”
Dr. Christine Jones, yazdığı ‘Azot: İki ucu keskin bıçak’ makalesinde6, inorganik azotun etkileriyle ilgili bazı detaylara giriyor. İronik bir şekilde, azotlu gübre uygulamaları topraktaki karbonu azaltmanın yanı sıra topraktaki doğal azot stoğunu da azaltır. Makalesinde, topraktaki mantarlar sayesinde oluşan azot, karbon ve birikme arasındaki karşılıklı bağlılığı anlatıyor.
Mikorizal mantarlar toprak birikintileri yaratmak için karbon kullanır, toprak bu şekilde oluşur. (Hatta, toprak birikintileri arbusküler mikorizal mantarlar tarafından üretilir.) Toprak birikintileri birbirlerine oturmayan küçük kırıntılar gibidir, topraktaki süngerimsi boşluklar böyle oluşur. Bu, topraktaki sıkışmayı azaltır ve su tutma kapasitesini mümkün kılar.
Dr. Jones’un açıkladığına göre, eğer topraklar aktif olarak birikmezse (mikorizal mantarların eksikliği sebebiyle), büyük miktardaki atmosferik azotu bağlayamayacağı gibi, sabit karbon formları da kullanılabilir hale gelmeyecektir. Toprak birikmesinden sorumlu olan mikorizal mantarlar, modern kimyasallara dayalı tarım geleneğimizin mihenk taşları olan tarım kimyasalları ve toprağı sürme gibi yöntemler yüzünden önemli ölçüde zarar görür. Çeşitli yer örtücü ekinlerin kullanımı da mikorizal mantarların çoğalması açısından önemlidir ve bu, konvansiyonel tarımda nadiren uygulanır. Bir bölümde şöyle yazar:
“Toprak çıplakken hiç fotosentez yapılmaz ve biyolojik aktivite çok düşük seviyededir. Çıplak topraklar, karbon ve azot kaybeder; bu toprakların besin döngüleri işlevsiz hale gelir, toprak birikintileri azalır, yapısı bozulur ve su tutma kapasitesi azalır. Nemi tutması ve besini muhafaza etmesi tasarlanarak çıplak bir şekilde nadasa bırakılmış topraklar, kendi kendini baltalar hale gelir. Çıplak olarak nadasa bırakılmış toprakların bakımı –ya da ekinlerde ve otlaklarda büyük miktarlarda inorganik N kullanımı– ve hatta daha da kötüsü, ikisinin birlikte yapılması –binlerce yıldır uyumlu bir şekilde çalışan azot ve karbon döngülerininin çözülmesine sebep olur.”
Azot uygulaması aynı zamanda suyu kirletir. Dr. Jones’un da belirttiği gibi: “Bir yandan Meksika Körfezi’ndeki devasa ‘ölü-bölge’nin oluşmasındaki en büyük ve tek kirlenme kaynağı arazilerden akıp giden azotken, USDA (Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı), Amerika Birleşik Devletleri’nin suyundaki azotu ayrıştırmanın 4,8 milyar dolardan daha pahalıya mal olacağını tahmin ediyor.”
Karbon Gömmek Çözümün Önemli Bir Parçası
Tüm bu endişelerin bariz bir cevabı var. Ne yazık ki, çok azımız ona hak ettiği önemi gösteriyor, tabi eğer dikkate bile alıyorsak. Cevap; tarımsal uygulamalarımızı, topraktaki karbonu geri getirecek ve olanı saklayacak şekilde değiştirmek. Bu, şunlara yardımcı olacak:
Toprak iyileştirme | Toprağı sürmeyerek ve yer örtücü ekinler sayesinde su kullanımını sınırlandırma |
Tarımsal üretimi artırma7 | Tarım kimyasallarını ve katkılarını azaltma, zaman içinde bu ihtiyaçları tamamen ortadan kaldırma |
Atmosferdeki karbondioksit seviyesini düşürme | Ot ve böcek ilaçları, sentetik gübrelere olan ihtiyacı azaltarak hava ve su kirliliğini düşürme |
2014, Sürdürülebilir Çiftçiliğin Arttığı Bir Yıl Oldu
82014’te, ekolojik çiftçilik konusunda bir patlama yaşandı –Dünya ekolojisini koruyan, sürdüren ve iyileştiren tarım uygulamaları açısından. Giderek artan sayıda çiftçi, bu türden değişikliklerin gerekliliğinin yanı sıra değerini de görmeye başladı.
Eko-çiftçiler uluslararası organizasyonlar –özellikle Birleşmiş Milletler– tarafından da giderek artan bir destek görmeye başladılar. Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Olivier De Schutter’in geçen sene, gıda hakkı üzerine belirttiği gibi:
“Bu, petrole dayalı gıda üretim sistemi çıkmazına daha fazla devam edemeyiz… Ekotarım gerçekten aklıselimdir. Ekotarım: Dışsal kaynaklara olan ihtiyacı azaltmak için doğanın nasıl işlediğini anlamak, bu doğal işleyişleri çiftlik doğasında tekrarlamak demektir.”
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Genel Müdürü, José Graziano da Silva da şöyle demiştir:
“Ekotarım, hem bilimde hem siyasette büyümeye devam ediyor. Bu yaklaşım, iklim değişikliğine uyum sağlama gerekliliği çerçevesinde, açlığı ve yetersiz beslenme sorunlarını irdelemeye yardım edecek bir yaklaşımdır.”
Günümüzde, dünyanın birçok yerindeki hükümetler, sürdürülebilir olmayan gıda üretim sistemlerini sübvanse ediyor ve/veya destekliyor. Üstelik bu, hem insan hem de çevre sağlığı pahasına yapılıyor.
Profesör Crawford’ın belirttiği gibi, ayrıca modern ekin üretimi ve genetik mühendisliği de, yetersiz beslenme ve açlığı hafifletmek yerine şiddetlendiriyor. Buğdayı örnek alalım, daha eski soyların yarısı kadar mikrobesin içeriyor bugün. Aynısı her türlü meyve ve sebze için de geçerli. Ekinlerin çoğu haşerata karşı dirençli olacak şekilde melezleniyor ya da üretiliyor. Hızla düşen besin değeri içeriğine çok az önem veriliyor. Dr. August Dunning, kendisiyle daha önce yapılmış bir röportajda, 1998’den beri, 1950’de yediğiniz bir elmadan alacağınız demir miktarının aynısını alabilmek için tam 26 elma yemeniz gerektiğine dair veriler sunmuştur!
Bunun bir sebebi aşırı glifosat kullanımıdır. Sadece Amerika Birleşik Devletleri ekili arazilerinde, her yıl 91.000 ton glifosat uygulanıyor. Dünya genelinde yılda 450.000 tondan fazla glifosat kullanılıyor. Bu geniş spektrumlu haşere ilacı, topraktaki minarelleri kilitler ve bitkilerin kullanamayacağı hale getirir. Glifosat aynı zamanda, topraktaki besin döngüsünden sorumlu olan toprak biyolojisini toplu şekilde katleden güçlü bir antibiyotiktir. Profesör Crawford’ın ortaya koyduğu gibi9:
“Bozulmuş topraklarda hayatta kalabilen yüksek verimli ekinler yetiştirmekti odak noktası. Dolayısıyla dünya nüfusunun %60’ının demir gibi birçok besin maddesi eksikliği çekmesi şaşırtıcı değil. Eğer toprakta yoksa, gıdamızda da yoktur… Kayda değer gelişim aslında teknik olarak apaçık… Öncelikle, ben olsam hatalı yönetim, anız kaldırma, yakma ve aşırı otlatma konularına odaklanırdım…
Uzun vadede, ürün yetiştiriciliğinin hedefleri, verimliliğin yanı sıra insan beslenmesi ve toprağın geliştirilmesine yönelmeli. Yasa yapıcılar açısından bakıldığında, yapılacak belki de en önemli şey, kırık dökük bir sistemde çevresel, sağlıkla ilgili ve diğer bedelleri hesaba katan bir fiyatlandırma mekanizması bulmaktır. Çiftçiler, çevreyi iyileştirdikleri ve daha sağlıklı toplumları destekleyen gıdayı ürettikleri için gereğine uygun bir şekilde ödüllendirilmelidir.”
Toprak Bozulmasını Tersine Çevirecek Çözüm
Sustainability (Sürdürülebilirlik) dergisinde yakın zamanda çıkan bir yazı10, toprak bozulmasını tersine çevirecek “iyimser bir yol yordam” sunuyor. Yazarlar, toprak sağlığına odaklanarak, toprak biyolojisinin toprak kalitesini nasıl etkilediği ve biyolojik özellikler ve süreçlerin tarımsal sürdürülebilirliğe nasıl katkı sağladığı incelendiğinde, birçok sayıda soruna değinilebildiğini söylüyorlar:
– Topraktaki kullanılabilir besin artışı sayesinde yüksek verim ve yüksek kalitede ekinler üretiliyor.
– Ekinler, doğal olarak haşere, patojen ve yabani otlardan korunabiliyor.
– Diğer yöntemlerle üretimi sarsacak, örneğin kuraklık gibi faktörler, ıslah edilebiliyor.
Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı’nın (USDA) 2012’de11 yayımladığı ‘Amerika Birleşik Devletleri’nde İklim Değişikliği ve Tarım’ başlıklı raporuna göre: Mısır ve soya egemenliği altındaki mevcut tarım sistemimiz, uzun vadede sürdürülemez. Eğer sıcaklık öngörüldüğü şekilde artarsa, ABD, yüzyılın ortalarında tarımsal üretimde kayda değer bir düşüş yaşamayı bekleyebilir. Bu problemlere daha fazla kafa yoracak vaktimiz yok artık. Yaşadığımız her çıkmazı tamamıyla çözebilecek şey bu olduğundan, topraklarımızın sağlığı ve kalitesiyle ilgili konulara değinmeye başlamamız gerek.
Judith Schwartz, yayınlanan bir konferansında, dünyadaki çeşitli su yönetimi yaklaşımlarının dönüştürücü etkilerini ele alıyor. Birçokları kuraklık ve arazi kitlelerinin çöle dönüşmesinden iklim değişikliğini sorumlu tutsa da, Schwartz tarımsal yöntemlerimizin iklim değişikliğine katkıda bulunduğunu rahatlıkla tartışabileceğimizin altını çiziyor. İklim değişikliğinin mi yoksa çevresel felaketin mi önce gerçekleştiğini tartışmak, anlamsızdır. Onun yerine, işleyen bir sistem çevresinde bizi yakınlaştıracak stratejilere odaklanmamız gerekiyor.
Çevremizdeki su döngüsünü tamir etmek –toprağa karbon gömerek– sadece gıda tedariğimizi daha güvenli kılmayacak, aynı zamanda iklimdeki değişiklikleri ılımlı hale getirecektir. Toprağa karbon gömmek, sadece atmosferdeki karbondioksit yükünü hafifletmekle kalmayacaktır. Karbon, toprağa bağlandığında, su tutmak gibi birçok yararlı şeye sebep olur. Topraktaki organik madde miktarının %1 artması bile, 1 dekarda (dönümde) 20 ton daha fazla su tutmak demektir. Schwartz, “Eğer su toprakta tutulabilirse, o arazi yaşamı destekliyor demektir,” diyor. Dahası, düşen her yağmur damlası, buharlaşarak havaya karışmak ve yüzey akışı yüzünden akarken erozyona sebep olmak yerine daha etkili bir şekilde emilecek ve kullanılacaktır.
Besicilik İşletmelerinin Çevresel Toynakizini Azaltmak
Bütüncül yönetim, onarıcı arazi yönetiminin en mühim parçasıdır. Doğru yapıldığında, yer örtücü çeşitliliğini, üst toprağı ve toprak mikroplarını süratle artırır. Günümüzde, dünyadaki toprak kitlesinin üçte ikisi sarsıcı bir şekilde çölleşiyor ve büyükbaş hayvan otlatma bu kaybı durdurmak ve tersine çevirmek için gereken cevap. Ayrıca, gıdamızın besin değerini geliştiren önemli bir ilke.
Otlayan hayvandan elde edilen ürünler (et, yumurta, süt ürünleri), sadece daha üstün besin değeri profili çizmekle kalmaz, aynı zamanda CAFO’larda (Konsantre Hayvan Besleme İşletmeleri) yetiştirilen hayvaların ürünlerinde görülen, kötü sağlık ve hastalık koşullarıyla ilişkili kirleticileri de içermez. Bu kirleticilere antibiyotikler, büyüme teşvik ediciler, genetiği değiştirilmiş tahıl yemleri ve haşere ilaçları dahildir. Ulusal Kaynak Koruma Kurulu’na (National Resources Defense Council NRDC)12 göre:
“ABD sığır eti tedarik zinciri, iklimimizi etkileyen ve otlak arazilerimizi bozan; kamu sağlığını, hayvan refahını, işçi güvenliğini kötü yönde etkileyen, başarısız yönetim uygulamalarından muzdariptir…
Neyse ki, kapsamlı bir bilim topluluğunun çalışmaları, tedarik zincirini geliştirmenin, ülkenin her yerinde ekosistem sağlığına çarpıcı bir şekilde yarar sağlayacağını gösterdi.”
Kurul’a göre, Amerikan sığır eti üreticilerine hizmet veren sadece bir tane kapsamlı program var; hâlâ oldukça küçük olan Gıda Birliği (Food Alliance). Çabaları güçlendirmek için NRDC, Gıda Birliği (Food Alliance), Yağmur Ormanları Birliği (Rainforest Alliance) ve diğer birkaç paydaşla, ABD’de sığır eti üretimini geliştirecek yeni ve daha kapsamlı bir program yaratmak için işbirliği yaptı. NRDC’ye göre:
“Bu yeni program, Amerika’nın çayırları ve diğer otlak ekosistemlerinden, çiftçilerin nasıl ot yetiştireceği ve ekinleri besleyeceğinden, besiciliğin nasıl yönetileceğinden, sığırların insancıl bir şekilde bakılıp bakılmadığı ve işçilere adil davranılıp davranılmadığından sorumlu olacak.”
Ne Yersen Osun… Ve Sağlık Toprakta Başlar
CAFO’ların (Konsantre Hayvan Besleme İşletmeleri) ve kimyasallara dayalı tarımın çevreye verdiği zararın yanı sıra, mevcut gıda üretim sistemi ayrıca insanların sağlığı üzerinden de adeta haraç kesiyor. Amerika’da, diyetlerinin %40’ı işlenmiş şeker ve sağlıksız yağlardan oluşan birçok çocuk, sağlıklı bir şekilde gelişim göstermek için gereken besini alamıyorlar13. 6-19 yaş arasındaki gençlerin sadece %21’i, önerildiği şekilde günlük beş ya da daha fazla porsiyon meyve yiyebiliyor.
Başlangıçta zaten besin değeri düşük olan içeriklere sahip ve zararlı kimyasallarla kirlenmiş gıdalar, geniş çaplı bir şekilde işlenerek daha da büyük bir yıkıma uğruyor. Şekerler, zararlı işlenmiş yağlar ve lezzet için eklenmiş kimyasallar. İnsanlar da, önceleri sadece orta yaş ve üzerindeki insanlarda görülen, ciddi obezite, tip 2 diyabet, yüksek kan basıncı ve hatta karaciğer hastalıkları gibi hastalıkların gençlerimiz arasında nasıl yaygınlaştığını merak ediyor…
Bir zamanlar, meşgul ebeveynler için tanrının bir lütfu olarak görülen, şimdi hastalıkların en öne çıkan sebebidir işlenmiş gıda, ve bununla ilgili hiçbir şey münasip değildir!
İnsanların ve ekolojinin sağlığı için gereken sürdürülebilir çözüm, toprağa karbon gömmektir. Bu, iklim değişikliği, su sıkıntısı ve gıda güvenliği yetersizliği gibi bugün karşı karşıya olduğumuz birçok acil soruna değinecek bir çözümdür. Öyleyse neden birçok önemli iklim aktivistleri onarıcı tarım heveslisiyle aynı gemiye binmiyor? Dilerim Uluslararası Toprak Yılı ilan edilen 2015’te bunu yaparlar.
Çeviri: Iraz Candaş
Kaynak: Carbon Sequestration – The Climate Change Solution That Virtually All Climate Activists Ignore
————————————————————————————————
Orijinal Metinde Kullanılan Kaynaklar ve Referanslar
1 FOA UN World Soil Day
2 Grist January 15, 2015
3 National Geographic August 19, 2014
4 Water In the West, Understanding California’s Underground Water
5 Time Magazine December 14, 2012
6 Nitrogen: The double-edged sword by Christine Jones, PhD (PDF)
7 Proceedings B March 2015: 282(1802)
8 Greenpeace January 21, 2014
9 See Time Magazine December 14, 2012
10 Sutainability 2015, 7(1), 988-1027
11 USDA.gov, Climate Change and Agriculture in the United States (PDF)
12 National Resources Defence Council, Where’s the Better Beef?
13 Prevention Institute
KARBONU GÖMMEK..’
Başa, en başa geri döndü aptal, açgözlü insanlık.
4,5 milyar yaşındaki gezegenimiz taa baştan beri zaten bunu yapıyordu. Karbonu gömüyordu. Karbonu tutup oksijeni üretenlere de bir sınır getirdi, bitki tüketen ve co2 üretenleri sıraya koydu, sonra bunlara da sınır getirdi ve bitki tüketenleri tüketen türler ve en sonunda bizler…Böylece pek çok döngü ve eko sistemle desteklenen şaheser ortaya çıktı.
Akıl olarak tek yapmak gereken ona uyum sağlamaktı. Artık kapitalizm fiziken sona erdi. yepyeni bir uygarlık tasarlamak artık tek işimizdir. ve işte bu küresel bir iştir.