Gıda ve Permakültür

Bu yazıyı, biyobölgesel haberleşme ağında, ATTRA’dan (Ulusal Sürdürülebilir Tarım Bilgi Merkezi) bir kadının, ”Elbette dünyayı, bu permakültür gibi entel-dantel, avcı-toplayıcı tarzı arazi sistemiyle doyuramazsınız.” sözlerine cevaben yazdım. Bu laflar biraz tepemi attırdı, işte yazdıklarım.

Sevgili dostlar,

Bu, çoğunlukla soyut kalan gıda ve permakültür tartışmasına, biraz gerçek, dünyevi deneyimlerimi eklemek isterim.

Bir ekoloji biyoloğu, 9 sene boyunca permakültürle gıda üreten bir çiftçi, biyokütle yakıtları hakkında bir uzman olmakla birlikte 1997’den beri permakültür eğitmeniyim ve gıda/enerji üretimi tasarımı konularında birçok ülkede çalıştım. 1997’den beri 400’den fazla insana permakültür tasarım sertifikası verdim. Daha fazla bilgi için web sayfamı ziyaret edebilirsiniz: www.permaculture.com

Dolayısıyla, deneyimlerimin ışığında söylecek birkaç şeyim var. Şimdilik, avcı-toplayıcı modeline geri dönmek ya da tasarımda onu taklit etmek sınırlı bir kabul göreceği için, onu konuşmayı bir kenara bırakalım. Bizim küçük ölçekli, geçimlik tarımsal tasarımlarımız, hafif de olsa bir avcı-toplayıcı cennetini anımsatsa da (örneğin, doğada daha önce hiç böylesi var olmadı) bu, permakültürün temel tasarım hedeflerinden biri değildir. Şimdilerde özel mülkiyet olarak tanımladığımız şey de bu modeli daha karmaşık hale getiriyor zaten. Tarımsal bir çağda yaşıyoruz ve permakültür, hem üretim hem de geçimlik tarım için muazzam faydalar öneriyor.

Bildiğim kadarıyla, Amerika’da, bunu tam zamanlı bir iş olarak yapan, permakültürü kullanarak gıdada artı ürün üretip satabilen tek çiftçiydim. Yaklaşık 8 dönümde –ki bunun yarısı 35 derecelik eğimli teraslardı– Silikon Vadisi’nde, yılda 49 hafta boyunca Toplum Destekli Tarım projemle, 300’den fazla sayıda insanı doyurmaya yetecek kadar, tamamen organik gıda ürettim (bir noktada 450 kişiye kadar ulaştı). Eğer ben orada yapabildiysem, siz herhangi bir yerde yapabilirsiniz.

Bunu, arazimin kira kontratını kaybedene kadar, 9 yıl boyunca yaptım. Semerem, USDA (Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı)’nın birim alanda, üretilmesinin mümkün olduğunu iddia ettiğinin 8 katıydı. Toprağımın bereketi her sene çarpıcı bir şekilde arttı, yani bu semereyi toprağımı sömürerek üretmiyordum. Tam tersine, toprağımı sıfırdan, çimento kadar sert, killi balçık halinden bugünkü etkileyici haline getirdim. Son zamanlarında, %22 organik madde içeriğine ve 25’in üzerinde bir katyon değişim kapasitesine (CEC) ulaşmıştım. CEC, toprağın humus içeriğini ya da bitkilerin kullanabileceği besinleri tutma kabiliyetini, dolaylı yoldan ölçen bir birimdir. Sayı ne kadar büyükse, toprakta depolanmış ve kullanılabilir halde o kadar çok besin var demektir. Referans olması sebebiyle, 1. Sınıf tarımsal toprakların çoğu, %2 organik madde içeriğine
-yaşayan ve ölü toprak arasındaki sınır– ve 5 katyon değişim kapasitesine sahiplerse şanslı sayılırlar.

Çoğu zaman, arazimin yarısından fazlasında üretim yapmadım; geri kalan yarısı farklı aşamalardaki çeşitli yer örtücü ekinlerle kaplıydı. Üstelik, arazinin mülkiyeti bana ait olsaydı yapabileceğime kıyasla çok daha küçük bir alanda üretim yapabiliyordum ve bu yüzden yatırımımı akılcı hale getirmenin tek yolu ağaç, üzümsüler, çiçekler ve kabuklu yemişleri içeren bir çatı örtüsü katmanı oluşturmaktı. Çiftlik, birçok meslektaşımın kullandığından çok daha küçük bir alanı kullanmasına rağmen o kadar çok gelir elde etti ki, Kaliforniya’daki organik çiftlikler arasında (yaklaşık 2000 organik çiftlik var) düzenli olarak ilk %15’teydim. 45’ten fazla farklı çeşitte ürün yetiştirdim, yani finansal başarımın sebebi Yuppie Chow (salata karışımı) gibi birkaç yüksek fiyatlı ürüne dayalı değildi.

Diğer organik çiftçilerin aksine, organik böcek ilaçlarını neredeyse hiç kullanmadım. Tasarladığım permakültür ekosistemi, etobur böcekler, kurbağalar, kertenkeleler, yılanlar, baykuşlar, yarasalar gibi doğal kontrol etkenleriyle kendini o kadar iyi yönetebiliyor ve sürdürebiliyordu ki, çok nadiren araya girmem gerekti (9 sene içinde yaptığım müdahalelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez). Müdahale etmem gereken birkaç seferde de kafelerin artık kahvelerinden hazırladığım bir karışım kullandım. Bitkilerin, kafeini sadece sizin kafanızı iyi yapmak için ürettiğini sanmıyorsunuz değil mi? Kafein, güneş ışığında ya da havada 24 saat içinde yok olan, çok güçlü doğal bir böcek ilacıdır.

Geçimlik tarımsal seviyede düşündüğümüzde, biz permakültürcüler dünyanın birçok yerinde, yaşanılan evi, 15 metre çapındaki alandan besleyebilecek üretim sistemleri tasarladık. Bu göz kararı hesap oldukça doğru sonuçlar veriyor çünkü, evde ne kadar çok insan yaşarsa, ev o kadar büyüyor, dolayısıyla yüzey alanı artıyor; yani 15 metreden daha fazlası aslında gerekli değil.

İşin matematiği çok kolay. Birçok iklimde, polikültür sayesinde 900 cm²de (1 foot²) 1.5-4.5 kg semere elde etmek kolay. Karşılaştıracak olursak, Kaliforniya’daki ticari tarımın semeresi, ki fazlasıyla verimsizdir –çeşitli ürünlerde, düzenli olarak yıl boyunca 0.7-1 kg arasında gidip gelir. İnsanlar, aktif oldukları bir günde yaklaşık olarak, toplamda 1 kg ağırlığa ulaşacak bir gıda karışımı yemelidirler, ya da bu, senede 340 kg demektir. İyi fakat baştan savma bir tasarımda, kişi başı AZAMİ 46.5 m² alana ihtiyacınız vardır. Çok iyi bir tasarımda, 18.5 m² işinizi görecektir. Eğer diyetiniz tahıl ağırlıklıysa daha fazla alana ihtiyacınız olacaktır tabi ama bu astronomik bir sayı değildir. Sezonları uzatmak ve tavuk kümesleri ve insan hanelerindeki, genelde atık olarak ziyan edilen, karbon dioksit içeriği açısından zengin olan havanın değişimi için sera kullanın ve semerenizi iyice artırın. Biraz daha alan alın, karışıma ördek ve akuakültür ekleyin ve semereniz çeşitlensin ve zenginleşsin. Bu türden bir sistem, Vietnam’da oldukça yaygın ve bu sayede, orada artık ölçülebilir açlık mevcut değil. Birleşik Devletler’in, ”üstün”, gelişmiş ülke tarım sistemiyle bunu başarması çok güzel olmaz mıydı?

Bu, ticari bir ölçekte yapılamaz herhalde? Bunu, Decatur’da, onlarca dönüm serada, atık karbon dioksit ve 380.000 ton kapasiteli alkol yakıtı ve tahıl üretiminin yan ürünlerini kullanarak balık, marul ve diğer sebzeleri üretip bu, çok karlı ürünleri biyodizelle (işledikleri mısır ve soyadan elde ettikleri) çalışan kamyonlarla taşıyan, Archer Daniels Midland’e söyleyin. Bu, ticari bir ölçek olarak değerlendirilebilir; çılgınca bir karlılığa ve verimliliğe sahip, iptidai bir permakültür örneğidir.

Gerçeklerden bahsetmek gerekirse, 1850’lerin sonunda, soğutmalı taşımacılık devrinden önce, New York şehri, yaşayan 1 milyon kişinin ihtiyaç duyduğu tüm gıdayı, şehrin sınırının 11 km çeperinden sağlıyordu. (Gıda ithal etmek için 11 kilometreden daha uzun bir mesafe, harcanan at yemi ve zamana değmiyordu). Kimse, 1 milyonluk bir topluluğun gıda güvenliği sistemini ”ticari değil” diyerek görmezden gelemez.

Polikültürün, çarpıcı bir şekilde artan verimliliğinin bilinen iki temel sebebi var: Mikorizal simbiyozun faydaları (kimyasal tarımda yok edilen) ve düşük güneş doyumu. Güneş doyumu, gereğinden fazla güneş ışığı yüzünden bitkinin fotosentez düzeneğinin kendini kapattığı noktadır. Pratikte bu, ekininizin sabah saat 10’la akşamüzeri 4 arasında büyümeyi durdurduğu anlamına gelir. Bir polikültürün çeşitli üyeleri, birbirlerini gölgeler, böylece güneş doyumunu engeller ve bunun sonucunda bitkinin metabolizması tüm gün boyunca çalışmaya devam eder. Permakültürde gerçekleştirmeye çalıştığımız polikültür, karışık ekinlerinin üstüne düşen güneş ışığının yaklaşık olarak %100’ünü kullanır. Monokültür, doyuma ulaşmadan önce, güneş ışığının %30’unu kullanmayı nadiren başarabilir. %30 verimdeki bir işi, dışarıdan destek almadan ne kadar zaman sürdürebilirsiniz? Basit bir Meksikalı permakültür örneği olan mısır, fasulye ve kabaktan oluşan üç kız kardeşin (kız kardeşlerin gölgesinde yetişen diğer 200 tane farklı çeşitte sebzeyi saymasak bile) büyümesine baktığınızda %90 güneş ışığı verimi görürsünüz. Meksikalı bir dönümde üretilen gıdanın ağırlığını topladığınızda, azota boğulmuş bir Iowa mısır tarlasından ÇOK DAHA FAZLA GIDA elde edersiniz. Kimyasal tarımla daha yüksek toplam semere elde edildiği, bir yeşil devrim efsanesidir.

Artık yeter. Hayatımıza devam etmek için yeterli gıdaya sahip olmadığımız tartışması zaten yeterince yanıltıcı. En aşırı, verimsiz, kimyasal, monokültür tarımla bile ihtiyacımız olan gıdanın iki katını üretiyoruz. Açlık çeken insanların sahip olmadığı şey, gıdayı almak için gereken ve bir hak değil de bir mal sayılan paradır. Gıdayı alabilecek olmak bile aslında, ona ulaşabileceğinizin bir garantisi değildir. Meksikalı aileler, ailelerini beslemek için mısırın kilosuna 2 dolar ödemeye razıyken, Ortabatılılar aynı mısırı ısınma amacıyla kullanmak üzere 5 sent gibi düşük bir fiyata bulabiliyor.

Yani şimdi şöyle diyorsunuz: ”Madem o kadar akıllısın ve belli ki bu çok basit üç ekinli sistemle elde ettiğin verim sayesinde çok daha fazla para kazanabiliyorsun; niye o zaman Ortabatıdaki şirketler, daha fazla para kazanmak için bu yöntemi kullanmıyor?” Bu, sorunun temeline iniyor -genellikle vahşi hayvanlar için geçerli olan, nüfus/kaynak ve/veya aşırı nüfusun biyolojik modelleriyle alakası olmayan temeline.

Kapitalizm, sadece para kazanmaktan çok daha fazlasıyla ilgilenir. Birim alan başına ağırlık hesabı üzerinden, GIDA ÜRETMEK İÇİN ÇOK DAHA AZ VERİMLİ olmasına rağmen, şirketlerin monokültürü tercih etmelerinin sebebi, bunun mümkün olan en az insan emeğiyle yapılabilmesidir. Üç kız kardeşi hasat etmek için kombine değil, ikili bir mekanizmaya –örneğin iki ele– ihtiyacınız vardır. Artan iş gücünün bedeli, artan kâr sayesinde karşılanabilecek olsa bile, büyük şirketlerin, insan emeğiyle uğraşmaya alerjileri vardır. İnsan emeği karışıktır; örgütlenir, kârın adil paylaştırılmasını ister, belediye, işçilerin yaşadığı konutlar için vergi ister ve bunun gibi, şirketlerin, ne pahasına olursa olsun kaçınmak istediği birçok belalı şey olur. Bugünkü tarım-işi, suni yollarla düşürülen enerji maliyeti sayesinde, kapitalin avantajını, emeğin de dezavantajını azami hale getirmek üzere tasarlanmış, kitaplara örnek olacak bir durumdur.

Diğer sebep de pazarı kontrol etmektir. Şu an, dünyanın ekilebilir (bunu Avrupa tarzı, sürülen anlamında okuyun) arazilerinin %80’inin çok-uluslu şirketlerin elinde olduğu tahmin ediliyor. Verimliliği düşük tutmak, mümkün olduğunca çok üretim aracını ele geçirme amaçlarına hizmet etti. Zar zor hayatta kalmaya çalışan çiftçiler, arazilerini, iyi kâr elde eden küçük bir kesime satıyor. Ortabatılı mısır çiftçileri genelde, dönümde, brüt 300, net 12.5-20 dolar arası gelir elde ediyorlar.

Yukarıda tartıştıklarım, aşırı nüfusun bir problem olmadığı anlamına gelmesin; aşırı nüfus bir problemdir. Yukarıda bahsettiğim yapısal sorunlarla tamamen alakalı olarak, bir tasarımcının bakış açısıyla, hızlıca nüfus hakkında yorum yapayım o zaman. Yaşlılık dönemi için güvence olmadığı halde durağan bir nüfusa sahip bir örnek gösterebilecek herhangi birine meydan okuyorum. Sayısız çalışma göstermiştir ki nüfusun durağanlaşmasının TEK istikrarlı nedeni yaşlılık döneminde güvenceye sahip olmaktır. İnsanlar, o noktada fazladan çocuk sahibi olmayı bırakırlar. Neden? Biyolojik kaynak-nüfus ilişkisiyle hiçbir alakası yoktur bunun. Biz vahşi hayvanlar değiliz ve önemli derecede farklı davranışlarımız var. Gelişmekte olan bir ülkede ya da aslında herhangi bir ülkede, yaşlılar için sosyal güvence olmadığında, yaşlanmış anne babayı bakmak için en az iki çocuğa ihtiyacınız olur. Hemen hemen tüm vaka incelemelerinde, sosyal sistemlerin istikrarlı hale geldiği noktada, toplumdaki kadınların derhal, istenmeyen hamilelikleri bitirmek için bir yöntem bulduğu görülmüştür. Doğurganlığı engelleyecek, yerel bitkisel yöntemler tüm dünyada biliniyor. Benim kendi İtalyan kökenimde bile –ki pek de bitki kökenli bir aborjin kabilesi sayılmaz, 1900’lerde bile, istenmeyen hamilelikleri sonlandırmak için yerel eczacıdan alınan çavdar mahmuzu kullanılıyordu.

Dolayısıyla yapısal düzenlemeler –Dünya Bankası ve IMF’nin gelişen dünyaya zorla benimsettiği neoliberal formül– nüfus artışını sağlama alır. Borç para vermek karşılığında, sağlam bir sosyal güvenliği kasten ortadan kaldırarak, nüfus artışı –ve bunun sonucu olarak, tüketim malları için pazar artışı– büyümeye devam eder. İşte, asıl sorun orada yatıyor. Eğer nüfus büyümeye devam etmezse, kapitalistlerin müşterileri tükenir. Bunun olmasına izin veremeyiz, değil mi?

Permakültür tasarımı, ailenin küçük bir arazisi olsa bile, yaşlılık dönemi için alternatif bir güvence öneriyor. İnsan eliyle çölleştirilmiş hektarlarca araziyi, permakültür sayesinde verimli yağmur ormanlarına çevirmekte inanılmaz bir başarı gösterilen Hindistan’ın Dekan çölünde, şöyle bir söz var: ”Ağaçlar, evlatlardan iyidir.” Evlatlarınızın size yaşlılıkta bakma ihtimali vardır ama üretken ağaçlarınız (gıda, kereste ve yakıt) sayesinde elde edeceğiniz gelir ya da takas karşılığı ürünler, size kesinlike bakacaktır. Bu yaklaşım, ailelere güvence sağlayıp nüfus artışını sınırlandırmakla birlikle yaşlılık dönemi güvencesinin kontrolünü de topluluğa geri veriyor.

Onarıcı tarım –sürdürülebilir tarımın çok ötesine geçebilen– güneş enerjisinin fosil yakıtların yerine geçmesine dayanır. 1983’te, beraberinde 10 bölümlük PBS televizyon serilerinin çıktığı, Alcohol Can Be A Gas! kitabımın önsözünü yazarken, Buckminister Fuller’la bu konuyu tartışmıştık. (Alkol, hemen hemen hiç kirlilik üretmeyen, benzinden neredeyse her açıdan daha üstün bir motor yakıtıdır.) Hiç tasarlanmamış haliyle bile dünyadaki fotosentez, müsrif tarım uygulamalarında ve yabanda, insanın ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla biyokütle üretiyor. Analizlerimiz gösteriyor ki, dünya biyokütle fotosentezi, insanlara her sene, gıda, elektrik, ulaşım ve ısınma için gerekenin 6-15 katını üretiyor.

Tasarlanmış bir sistemde, özellikle permakültür bakış açısıyla tasarlanmış bir sistemde, üretilen biyokütleyi büyüklük derecesi doğrultusunda artırabilir ve bunu yaparken daha küçük bir ayak iziyle tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz. Örneğin, bir dönüm mısırdan sadece 190 litre alkol yakıtı elde edebiliyorken, şekerpancarından 950 litre, yer elmasından 1100 litre, güney eyaletlerde şeker kamışından 1400 litre elde edersiniz ve hatta birden fazla çeşit ürünle, iklime uygun bir tasarım sayesinde, ikili bir ekin döngüsü sonucunda 2400 litre bile üretebilirsiniz. Tüm bunlar, çıkan yan ürünleri hayvan yemi olarak kullanarak (şu an çoğunlukla yem olarak kullanılan mısırın yerine geçerek) ve toprağın üretkenliğini artırarak, mısır-soya fasulyesi işi yapan tarım endüstrisinin kullandığı enerjinin çok küçük bir kısmıyla yapılabilir. Bu, hiçbir yeni teknoloji gerektirmeden, hemen, şimdi yapılabilir.

Enerji Bakanlığı selüloz-çözücü enzimlerin maliyetini azaltacak bir programa sponsor oldu. Yakında, yukarıda bahsettiğim çok az nişasta ve şeker içeren karbonhidrat senaryoları yerine, o karbonhidrata (selüloz) dayalı ürünlerin semeresi büyüklük derecesinde kademe atlayarak, uygun maliyetli semere getirisinde ciddi bir artışa sebep olacak.

Bunun hakkında iki hafta boyunca konuşabilirim –permakültür tasarım kurslarında meslektaşlarımla bunu yapıyoruz. Önemli olan şu ki, insanlar olarak çöl ve yoksulluk yaratmakta çok başarılıyız, evet ama biz aynı zamanda, herkesin işine yarayacak –hatta bazı şirketlerin bile, ekolojik sistemler yaratmak konusunda da inanılmaz bir kapasiteye sahibiz. Ekolojik olarak yeterli üretimi yapamadığımız argümanı, temelde, kıtlık bakış açısı ve kontrol ettikleri sınırlı kaynaklardan yarar sağlayan büyük şirketler tarafından teşvik ediliyor. Sürekli BBAY, ”Başka Bir Alternatif Yok” diye haykırıyorlar. Tabi, büyücü de, ”Perdenin arkasındaki adama dikkat etmeyin!” der zaten.

Dünyanın her yerinde insanlar, sadece başka alternatifler olduğunu göstermekle kalmıyor, üstüne bir de bu alternatiflerle kendimizi ve beraber yaşadığımız diğer türleri gözetebileceğimizi, ve bunu yaparken tasarımlarımızdaki artı değerleri bunlara vakfedebileceğimizi de öğretiyorlar bize. Bunlar, Permakültür tasarımının üç temel ilkesidir. Dünyadaki sorunları çözmek için hükümetleri, büyük şirketleri ya da bürokrasiyi beklemiyoruz. Onların yardımı olsun ya da olmasın; bunu yapacağız. Bunu zaten yapıyoruz ve bizi kimse durduramaz; çünkü, kimse bizi ihtiyacımız olmayan bir şeyi almaya zorlayamaz artık. Permakültür eğitmenlerinden sadece birkaçı hükümetlerce ya da şirketlerce işe alındığına göre, kimse bizi kovamaz, tehdit edemez.

Şunu söylemek isterim ki, eğer, biyobölgeselliğin tam tersi olan uluslararası kapitalizmi sonlandırmak istiyorsanız, paranızı onlara vermekten vazgeçin. Bunu yapabilmek için, biyobölgesel düzeyde ihtiyacınız olanı üretmeniz gerek –üstüne biraz da başkaları için fazlasını– ve müsadenizle, permakültürün bunu başlatmak için iyi bir araç olduğunu önermek isterim.

Çeviri: Iraz Candaş
Kaynak: Food and Permaculture

3 Responses to “Gıda ve Permakültür”

  1. Ayşe İgüs dedi ki:

    Teşekkürler paylaşımın için Irazcım. Dileğim daha görülebilir- okuna-bilir olması, bilmyenlre ulaşması.

  2. Aydın dedi ki:

    Her paragrafı ayrı bir bilgi. Çok çarpıcı. Teşekkürler.

  3. volkan dündar dedi ki:

    Ellerine sağlık Iraz

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*